Toplumun genel yarasıdır. Sebeplerden çok sonuçları konuşmak ve tartışmak. Çünkü sonuçları konuşmak kolaydır, zahmetsizdir, hiçbir emek istemez. Okumaya ve araştırmaya da gerek yoktur. Sizi dedikodu türü ancak sonuca ulaştırmayan bir sarmalın içerisine çeker. Olaylara hep günübirlik bakmamız da bundan dolayıdır. Tabi ki hiçbir zaman da sonuç alamazsınız, çözüm üretmezsiniz.

Oysa sebepleri konuşmak çözüm odaklı bir çalışmadır. Zahmet gerektirir kafa yormak gerektirir. En kötüsü de hemen sonuç alamazsınız. Bir şeyler yapma gayretinin belirtisidir. Bu gayretin sonucunda da sonuçlar zaten kendiliğinden olumlu gelecektir.

Sebepleri konuşmaktansa sonuçları konuşmak çoğu zaman işimize gelir. Günü kotarmış oluruz, duygulara hitap etmiş oluruz. Dinleyiciler de bundan etkilenir ve ona göre tavır alır.

Çoğu zaman da işimize de gelir sonuçları konuşmak. Sebepleri konuştuğunuzda birilerinin rahatsız olma durumu da yüksektir.

Bakın gazetelere, internet haberlerine, televizyondaki tartışma programlarına. Hep sonuçları konuşuruz. Sebepleri üzerinde dur(a)madığımız için çözümü hiç konuşamayız. Kandil, Cuma mesajlarında olduğu gibi gün ve hafta kutlamalarımız da böyledir. Kutlarız ve geçeriz. O günü geçiştirmişizdir. Yaşasın yarın. Yaşasın yeni kutlanacak gün ve haftamız. Bugün kutladığımızı 364 gün sonrasına göndermişizdir bile. Ölen ölmüştür yaşasın hayatta kalanlar.

İşte “Kadınlar Günü” de bunlardan sadece birisi. “Kadınlar Günü”nde herkes cafcaflı kelimeler, süslü cümlelerle kadınlarımızın ne kadar güçlü olduklarından dem vurmaya başlar.

Kadına uzanan eller kırılsın! Kadınlarımızın yanındayız laflarını bugüne kadar çok duyduk!  Lafla varılan, lafla gidilen, lafla ulaşılan her yerde geçiştirmenin, oyalamanın ve ötelemenin olduğunu bilmeyen mi var?Atalarımız demiyor mu, “Lafla peynir gemisi yürümez”. Kırılan eller de istemiyoruz biz her şeyden öte kimse ölmesin diyoruz. Çünkü kadına uzanan eller lafla kırılmıyor! Lafla kırılamayacağı bilindiği için, laf olsun diye konuşuluyor, laf olsun diye açıklamalar yapılmaya devam ediliyor. Biz 8 Mart’ta kadınların akla gelmesini de istemiyoruz. Hatta 8 Martta susalım 364 gün konuşalım istiyoruz.

Büyük firmalar kadınlar günü diyerek televizyonlar da, alışveriş sitelerinde boy boy reklam yaparak kârlarına kâr katmaya çalışırken, kadınların sömürü aracı kullanıldığına ses bile çıkarmıyoruz. Dedik ya bizim için sonuç önemli.

Kadın kutsal varlıktır, kadın emekçidir, kadın anadır. Neşet Ertaş’ın sözlerini sosyal medyamızda paylaşırız. “Kadın insandır, bizler insanoğlu”. Sonra? Sonrası malum. Artık 9 Mart olmuştur. Her şeyi tükettiğimiz gibi 8 Mart’ı da tüketmişizdir. Artık bugün 9 Mart. Biz geriye dönmeyiz. Gerici değiliz ki. Biz hep ileri bakarız. Dedik ya ölen ölmüştür.

2020 yılında bir bilgiye göre 269 diğer bir bilgiye göre 300 kadın öldürüldü. Burada sayılardan bahsetmiyoruz aslında. Her biri “can” ifade eden ve ocakları yakan kıymetlerden bahsediyoruz. Bu konu üzerine kafa yorduklarını iddia eden bazı oluşumlar: Nasıl öldürüldüğü, kimler tarafından öldürüldüğü, öldürenlerin kaç tanesinin erkek olduğu hatta ne ile öldürüldüğü ile ilgili sözde ciddi çalışmalar yaparken, bu cinayetlerin sebepleri üzerinde durmadıkları görülmektedir.

Kim ne şekilde yaparsa yapsın, hangi cinayet aracını kullanırsa kullansın bir VAHŞETTİR. Kimin öldürdüğünden ziyade bir insan bir insanı neden öldürür? Ya da daha can alıcı soruyu soralım. Neşet Ertaş’ın sözünden hareketle, insanoğlu bir insanın canını alma yetkisini kimden almaktadır?

Konunu çözümü için ulusal ve uluslararası kanunlardan, sözleşmelerden bahsedilir. Elbette ki bunlar ihmal edilmemelidir. Ancak herkesin başına bir polis ve bu sözleşmeleri takip edecek devlet görevlileri dikemeyeceğimize göre başka çözüm yolları da bulmak ve bir an önce uygulamaya sokmak gerekiyor. Kaldı ki 6284 sayılı yasanın tek başına çözüm olmadığı da ortadadır. Anlaşılan o ki eksiklikler vardır. Bir yerlerde yapmadığımız ya da yapamadığımız, unuttuğumuz, ya da terk ettiğimiz bazı şeyler var.

Her şeyden önce eğitim diyeceğim. Ama kadınları öldürenlerin önemli bir bölümü okumuş insanlar olduğunu öğrendiğimizde “Nasıl bir eğitim?” sorusu üzerinde kafa yormamız gerekiyor.

Her şeyden öte aileyi güçlendirmek gerekiyor. Aile bağlarını güçlü kılacak, herkesin herkese saygı duyduğu ve duyması gerektiğini ifade edecek ve bunu davranış haline getirecek bir eğitim anlayışını bir an önce uygulamamız gerekiyor.

Türkiye Gazetesi yazarlarından eğitimci, kadim dost Meryem Aybike Sinan’ın köşesinde belirttiği gibi: (https://m.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/meryem-aybike-sinan/617921.aspx)

“Kötü ve olumsuz fiilleri kanıksadık yazık ki! Ülkenin değişik şehirlerinde hemen her gün birkaç kadın öldürülüyor, onlarcası yaralanıyor, yüzlercesi şiddete uğruyor, türlü acılara düçar oluyor. Aynı şekilde yine ülkenin birçok şehrinde erkekler, kadın şiddetine, iftirasına ve ihanetine uğruyor…

Maalesef bu ülkede kadın da erkek de farklı biçimlerde birbirine şiddet uyguluyor. Kadın erkek ayrımı yapmadan, meseleye insan zaviyesinden bakmak gerekirken sadece erkek şiddetini konuşuyoruz. Kadından yana taraf oluyoruz. Oysa her iki cins de şiddete başvuruyor bu ülkede… Adaletten ve hakkaniyetten taraf olmamız gerekmez mi?

Şiddet, dövmek, kötü muamele etmek ve öldürmek değildir sadece! Şiddetin bin türlü şekli vardır. Bu ülkede sadece erkekler şiddet uygulamıyor!

Mesela şu örnek, bir kadın şiddeti değil midir?

Evli, çocuklu, yaşını başını almış kadın, kanserli kocasını terk edip tam on beş yıl aldattığı ve bir de çocuk yaptığı evli adama kaçıyor! Ve bu rezil hadise milyonların seyrettiği büyük TV ekranlarında günlerce millete seyrettiriliyor lakin herhangi bir tepki yok bizlerde!

Dolayısıyla bize “adalet reformu” yanında acilen bir “ahlak reformu” gerek!”

Ya da başka bir yazarın “Baba Evini Derhal Terk Edin Kızlar” başlıklı yazısı bu ülkede karşılık buluyorsa aynı şeyleri konuşmaya devam edeceğiz demektir.

Acilen sağlıklı aile anlayışını ön planda tutan, boşanmaktan ziyade hayatta zorluklara (eş olmanın gereği olarak) birlikte mücadele etmenin önemini öğretmek zorundayız. Cinayetlere ve zorbalıklara sadece kadın cinayeti açısından bakmak olaylara çözüm üretmekten ziyade farklı olumsuz sonuçlar doğuracağını bilmemiz gerekiyor. Ve en önemlisi kadına karşı geliştirdiğimiz tutum; adaletin, iyiliğin, vicdanın ve merhametin ölçüsü olmalı.

KADINI eş,

KADINI evlat,

KADINI cennetin ayakları altında olan varlık,

KADINI Allah’ın emaneti,

KADINI insan,

Olarak görmeye devam edeceğiz.

Bunun ötesi yok vesselam…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz