
İbn-i Haldun’un Mukaddime’sine atıfta bulunulan “Coğrafya Kaderdir” sözünün en yoğun yaşandığı ülkelerin başında ülkemiz gelmektedir.
Ülkemiz bu kaderin bir gereği olsa gerek sürekli fitnelere, akla hayale gelmeyecek oyunlara muhatap olmaktadır. Ancak bu milletin, necip bir millet olması, bu devletin de kurulduğundan bu tarafa yüksek bir medeniyete sahip olmasından dolayı fitne ve desiselerle baş etmeyi bilmiştir.
Dede Korkut’un hırsız içeriden olunca kapı kilit tutmaz Oğul!” sözünü tekrar hatırlattığımızda ülkemizin birçok alanda mücadele etmesi de bunun sonucu olsa gerek. Tüm bunlara ferasetini kaybetmiş yöneticiler de bilerek ya da bilmeyerek ateşe körükle gitmeleri durumunda işler daha da zorlaşmaktadır.
Son haftalarda orman yangınları ve göçmenler üzerinden sosyal medyadan paylaşılanlar yukarıda söylediklerimizin de doğruluğunu ortaya koymaktadır.
Orman yangınlarında hataları varsa cezalandırılmalıdır, imara çevirmek isteyenler de bu ülkenin hainleridir demeyi de ihmal etmeyelim. Ancak olayları farklı mecralara çekmek ve olumsuz algı oluşturarak daha büyük şekilde tartışılmasına sebep olmak ülkeye zarar vermekten öte gitmeyecektir. Bunu da ihanet olarak değerlendirmek de yanlış olmasa gerek.
Aynı durumu göçmenler konusunda da yaşıyoruz. Bilip bilmeden hemen hemen herkes bir şeyler söyledi. Yetkililerin, sosyal medyada paylaşılan birçok bilginin yanlış olduğu yönünde açıklama yapmasına rağmen klavye silahşörlüğü devam etti.
Ankara’nın Altındağ ilçesinde bir parkta önceki gün iki grup arasında çıkan kavgada ağır yaralanan Emirhan Yalçın’ın hayatını kaybetmesi hepimizi üzmüştür. Kaldı ki; olayla ilgili gözaltına alınan iki yabancı uyruklu zanlı, çıkarıldıkları sulh ceza hakimliğince “kasten adam öldürme” suçundan tutuklanmıştı.
Bunu fırsat bilen harici ve dahili bedhahlar olayın üzerine körükle gitmişler, bazı yerel yöneticiler de şehirlerinde yaşayan Afgan ve Suriyelilere su bile vermeyeceklerini, şehirlerinden göndereceklerini söyleyerek görev ve yetkilerini aşmayı bir beceri saymışlardır.
Sosyal medya da tüm olanları biraz da süslenerek alevlerin artmasına sebep olmuşlardır. Bunun sonucunda yabancı uyrukluların yaşadığı mahalleye bir grup baskın yapmış, evleri ve işyerlerine zarar verilmiştir. Küçük çocuklardan yaralananlar oldu. Kaldı ki; gözaltına alınanların en az yarısının “gasp, hırsızlık, uyuşturucu satıcılığı ve tacizden sabıkası” olması da ayrıca manidardır. 2017 yılında Sakarya’da Suriyeli hamile bir anne ve bebeğini öldüren bir Türktü.
Oysa toplumu etnik kimlik üzerinden kışkırtmanın, karşı karşıya getirmeye çalışmanın insanlık suçu olduğunu kabul etmemiz lazım.
Maddi ceza hukukunun en önemli ilkelerinden biri suç ve cezanın şahsiliği ilkesidir. Bu kural gereğince, kişi ancak kendisinin işlediği fiiller nedeniyle sorumlu tutulabilir, başkasının işlediği fillere iştirak etmedikçe sorumlu tutulamaz. Özellikle yöneticilerin bunları bilerek ve bir sorumluluk içerisinde davranması gerekmektedir.
Sahi bu olayları körükleyenlerin bir kısmı Türkiye’de can güvenliği yoktur diyenlerle, mülteciler Türkiye’de kalsın Avrupa’ya gelmesin diyenlerin aynı safta kürek çektiklerinin farkında mıyız?
Son haftada ülkemizde olan olayın özetinden sonra sorumuzu soralım:
Kaybeden kim?
El cevap: Hiç kimse.
Bu olaylardan kazanan kim?
El cevap: Bu ülkeye yüzyıllardır düşman olan herkes.
Ölüm döşeğindeki mazlum babaların çocuklarına “Sizi Allah’tan sonra Osmanlı’ya emanet ediyorum.”dediği bir milletin çocukları ile dünyaya adalet dağıtan, dört kıtaya hakim olan bir milletin çocukları nasıl birbirine düşürülür hep birlikte üzülerek izliyoruz. Nasıl olur da bir kişinin işlediği suçtan bütün mültecileri sorumlu tutar hale geldik ya da getirildik.
Diyanet İşleri Eski Başkanı Mehmet Görmez; 2017 yılında Sakarya’da öldürülen Suriyeli hamile bir anne ve bebeğinin cenaze namazında, “Bugün sadece bağrında ümmedi Muhammed’in bir evladını taşıyan bir annenin cenazesini kılmadık, biz sadece biberonunda sütü eksik kalmış 10 aylık bir bebeğin cenaze namazını kılmadık, biz aynı zamanda tarih boyunca mazlumlara umut olmuş aziz milletimizi mahcup edecek, hepimizi üzecek bir vahşete şahit olduk, vahşete şahit oluyoruz.” Derken de bizim kardeşimizi defnediyorduk, bir mülteci tarafından öldürülen Emirhan Yalçın kardeşimizi defnederken de vahşete şahit olduk.
Özellikle yöneticileri, sinir uçlarına dokunan konularda daha itidalli konuşmaya, hatta konuşmadan önce düşünmeye davet ediyorum.
Bize ne oldu ki biz zalimlerin, zulmün yaraladığı mazlumun zalimi olduk. Bize ne oldu ki biz vicdanımıza ve merhametimize sığınan bebeğin katili olduk. Onlar mı mülteci yoksa bizim merhametimiz mi mülteci?”
Yoksa Yusuf İslam’ın dediği gibi “Müslümanlar birbirleriyle savaştıkça ağıtlar Kürtçe, Türkçe ve Arapça; zafer çığlıkları İngilizce ve İbranice olmaya devam edecektir.
Sahi bu olaylardan kazanan kim, kaybeden kim?Sevgide kalın, sevgiyle kalın…